Bir süredir sakin tempolu ve güzel vakit geçirebileceğim bir film izlemek istiyordum. Derken karşıma 2006 yapımı romantik bir film çıkıverdi. The Lake House (Göl Evi). İsim olarak bile beni etkilemeyi başardı. Çünkü göl evlerini çok seviyorum. Bir gün her şeyden uzakta ve böyle evlerden birinde yaşamak hayallerimden biri. Bu tema bile filme dair o sakin tempoyu açıkca ortaya koyuyor. Üstelik sadece bununla da sınırlı değil.
Romantik tür kategorisine rahatlıkla koyabiliriz ama aynı zamanda ilgi çekici bir kurguya da sahip. Zaman olgusu ana tema olarak seyirciyi ekranda tutmayı başarıyor.
Zaman kavramı başlı başına ilgi çekici. Bir film izlemek istediğinizde, zamanda yolculuk ya da paralel evrenlere sahip bir kurgu hemen güzel bir seçenek olabiliyor bizim için. Belki de içimizde ki zaman tanımaz o hissin somutlaşmış hâli olduğu içindir.
Madem bu kadar anlattım hadi, filmin konusuna değinelim biraz.
The Lake House Filminin Konusu
Başrolde aşk var ve zaman en büyük engel. İki farklı zamanda yaşayan iki insan. Tatlı mı tatlı o göl kıyısındaki ev.
Filmi bu kadar ilginç yapan durum, iki karakterin iki yıl arayla aynı evde yaşamış olması. Zaman deneyimlediğimiz boyutta işlemiyor onlar için. Kate Forster (Sandra Bullock), Chicago'da bir hastane de çalışmaya başlar ve bu yüzden yaşadığı göl kıyısındaki evden taşınmak zorunda kalır. Bu onun için zor bir karar olur. Çünkü göl kıyısındaki evi seviyordur ve oraya düzenli olarak nedenini bilmediği bazı mektuplar gelmektedir. Evden taşındıktan sonra yeni kiracıya bir not bırakır ve gelecek olan yeni mektupları Chicago'da ki adrese yönlendirmesini ister.
İşte, hikâyemiz burada başlıyor. Söz konusu göl evinde yaşayan yeni ev sahibi Alex Wyler (Keanu Reeves) aslında eski ev sahibidir ve 2004 yılında yaşamaktadır. Kate ise 2006 yılında. Bu büyük bir şaşkınlığa neden olur ve aralarında bir dizi mektuplaşmalar başlar.
Oyuncular
Filmi değerli kılan faktörlerden diğeri de oyuncuları. Başrolde Keanu Reeves ve Sandra Bullock var. İkisinin enerjisi ve uyumu oldukça etkileyiciydi. Sırf bu yüzden bile izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum.
Zaman Olgusu
Zaman'ın böyle ilginç bir hikâyeleştirme aracı olarak kullanımı beni hep çok etkilemiştir. Çünkü kurguyu sıradan olmaktan çıkarıyor. Seyirciye güzel bir seyir keyfi sunmayı başarıyor.
Filmi izledikten sonra bir süre düşündüm. Hepimiz aynı zamanda yaşıyoruz. Ama aynı zamanı yaşamıyor olabilir miyiz? Böyle şeyler sadece filmlerde mi oluyor yoksa?
Zaman düz bir zemin üzerinde akmıyor. Döngüsel. Bizler sadece onu sırasıyla deneyimleyebiliyoruz. Aslında geçmiş, bugün ve gelecek bir bütün. Zamanı anlık olarak algılayabiliyoruz sadece.
Düşünsenize; siz hayatınızın bir döneminde bir şehirde bulundunuz ve sonra oradan ayrılmak zorunda kaldınız. O şehirde bulunduğunuz süre içerisinde denk gelmediğimiz çok fazla olay ve insan var. Çünkü onların da zamanı farklı. Her şey zamanı deneyimlediğimiz süre içerisinde bizim için bir anlam ifade ediyor. Siz belki de o şehirde başka türlü bir hikâye yaşamayı umuyordunuz ama o hikâye ya sizden önce zaten yaşandı ya da sizden sonra yaşanacak.
Ne kadar ilginç değil mi? Keşke zamanımızı ve hikâyelerimizi kendimiz seçebilseydik. Peki, ya beklemek? Bu belki bizler için daha iyi bir sonuç olacak. Tıpkı Kate ve Alex de olduğu gibi. Yazgıya yetişmeye çalışmak ve onu yaşamayı ummak her an...
Sonuç; Göl Evi İzlenmeye Değer
Bu filme bir şans vermeye ne dersiniz? Özellikle sakin ve yavaş tempolu bir film izlemeyi istiyorsanız sizin için çok güzel bir seçenek olacaktır. İzleyen herkes ondan farklı anlamlar çıkarabilir. Ben mesela zaman olgusundan çok etkilendim. Belki de siz saf aşkın, beklemenin ve vazgeçememenin önemini de değerli bulacaksınız.
Daha önce izleyenler aramızda mı? Onların da fikrini soralım. Nasıl buldunuz? Sizler ne düşünüyorsunuz "The Lake House" hakkında?
Henüz izleme fırsatı bulamayanlar için bu yazı bir tavsiye niteliğinde olabilir.
İyi seyirler diliyoruz şimdiden. 😊